27 Aralık 2010 Pazartesi

SEÇİLMİŞ ROMANTİK


Öncelikle yazımın başlığını neden değiştirdiğimi açıklamak istiyorum. Yazılarımı önceden hazırladığım için, tekrar tekrar okuduğumda değişiklik yapma ihtiyacı duyarım. Bu yazımı da tekrar okuyunca bu başlığın daha uygun olduğunu düşünerek ve affınıza sığınarak '' SEÇİLMİŞ ROMANTİK! '' olarak değiştirdim. Ben romantik bir adam olmadığım için romantik insanlara karşı büyük bir ilgi duyarım. Bu sebepten hazmı zor olan kişileri biraz sevimlileştirmek, biraz sempatikleştirmek, daha doğrusu kabullenebilmek için '' romantik '' diye anarım. E bir de seçilmişse ''seçilmiş romantik'' derim.
Bu yazımı yazarken nasıl heyecanlandığımı anlatamam. Halk iradesi ile yetkilerini kazanan birisi hakkında bir şeyler yazabilmek heyecanlanmak için çok geçerli bir sebeptir.
Çünkü:
Tek başına binlerce kişidir seçilmiş...
Binlerce umut...
Binlerce istek...
Binlerce duygu...
Binlerce ses...
Binlerce haktır...
Nerde bir seçilmişle karşılaşsam binlerce kişi görürüm gözlerinde.
Nerde konuşan bir seçilmiş görsem, arena uğultuları duyarım. En sevdiğim de, bir duble rakı içmektir o tek kişilik kalabalıkla. Sofrada seyretmektir o'nu..
Nerde bir şişe 70'lik ve ardında bir seçilmiş görsem, hayranlıkla ve saygıyla izlerim.
Ancak o zaman anlarım seçilmişin ağırlığını. Çünkü, normalde bile adam seçen rakı, seçilmiş için tam bir sınavdır.
Sofra sınavı...
Sofrada ki adabını ve kültürünü gördüğüm zaman korkmam, koşarım peşinden. Önemlidir bu kültüre sahip seçilmiş. Çünkü bilirim, bu meretin mezesi, memleket meselesidir.
Kültürdür...
Ahlaktır...
Adaptır...
Saygıdır...
Fakat nerden bilirdim benim tasavvur ettiğim, hayran olduğum, özlediğim, sofrasından her kalktığımda yeni bir şeyler öğrendiğim siyasetçilerin eskilerde kaldığını.
'' Hay Benim Köse Sakalım! ''
Mavi bir arabanın içinde gördüm onu, şehrin en arkasında, en denize girilmeyen ucunda...
Bakışlarından tanıdım, o bir seçilmiş idi...
Tanrıyı bile küçümseyebilirdi seçilmişliği ile...
Meraklı gözlerle izledim seçtiğimi.
Kim bilir ne düşünüyor?
Belki bir derdi var, belki kaçtı şehrin kirinden, insanların kokusundan...
Emlak arasa buraya gelmez. Çünkü, denizin göbeginde emlak olmaz...
Belki Mustafa Kemal hayranıdır. O'nun gibi, kırlara piknige gelmiştir maiyeti ile...
Tam da hayran olmaya hazırlamışken kendimi.
Elinde, uzaktan kapkara duran şişeyi gördüm.
Neydi o öyle...
Dikkatle bakınca anladım bira...
Hayran olmaya hazırlanan zihnim, bir gerçeği kavradı hemen...
Tabi ya!
Eski seçilmişleri özleten buydu...
Korkaklıgı bundandı...
Şaşkınlığı bundandı...
Kopukluğu bundandı...
Kaçaklığı bundandı...
Gazetecilere sır verme hevesi bundandı...
Selamsızlığı bundandı...
Eksik olan buydu '' Sofra Kültürsüzü idi ''
O yeni nesil '' Romantik Seçilmiş '' idi
 Mesele işte bundan kaynaklanıyordu ve şimdi çözüldü...

NOT: Geçen haftaki yazımda, site tadilatı dolayısı ile linkini veremediğim ''Anneden Kızına Mektup'' başlıklı yazımın link'i aşağıdadır.

21 Aralık 2010 Salı

SANAYİDE YAŞAYAN KÖPEKLER


Bu haftaki yazıma öncelikle bir özeleştiri ve ardından teşekkür ile başlamak istiyorum. Yazılarımı iki gün geç yayınlama alışkanlığım aldı başını yürüdü. Esasında bu öyle kötü bir şey değil. Ben yeni yazımı yazana kadar, diğer yazım tiraj rekorları kırıyor. Fakat bu durum benim iki gün rötar yapmamı gerektirmiyor tabii. Bu sebepten her pazartesi yazılarımı hazırlamaya özen göstereceğim. Muhalif olmak böyle bir şey işte, muhalefet edecek kimseyi bulamazsan kendi kendine muhalefet edersin Allah muhafaza... Neyse ki Aliağa'da muhalefet edeceğin kimseyi bulamaman söz konusu değil.
Özeleştirimin ardından gelelim teşekkür'e. Bu yazı ile beraber dördüncü yazım olmasına rağmen blogum, rekor tıklanma sayılarından, yeni rekorlara doğru hızla koşuyor. Sayenizde muhalefetim çığ gibi büyüyor. Beni okuyan, takip eden ve tıklanma rekorlarında emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Ayrıca bir teşekkürde
Banu Avar'a. Banu hanımın önerisi ile yerel muhalefetin dışında yazdığım yazıları www.guncelmeydan.com/'da paylaşıyorum. Bu önerisinden dolayı kendisine teşekkürü borç bilirim. İlk olarak ''ANNEDEN KIZINA MEKTUP'' isimli yazımı paylaştım. Yazımın sonun da bulunan link'e tıklıyarak okuyabilirsiniz.
Uzunca bir girişin ardından yazıma başlıyorum. Kentimizde duvarlara sinmiş bir söylenti vardır ezelden beri,
''Sanayide usta yok''... Bu öyle güçlü bir rivayettir ki, yıllardır gündemde kalmayı başarmıştır. Aliağa'da yaşayan herkes hayatı boyunca mutlaka bir sefer duymuştur '' Bizim sanayi çok kazık, bir giden bir daha gitmez, bir daha gitmeyecekmişiz gibi bir yıllık parayı alırlar''.
Tam ben bunları düşünürken bizim araba su koyuverdi. Aslında önceden bozulacağı, motordan gelen mekanik seslerden belliydi. Mecbur arabayı doğruca sanayiye sürdüm. Hiçbir esnafı tanımıyorum, acaba kim daha iyi anlar diye birkaç tur attım. Bir de baktım ki, sanayide tur atmaya devam edersem araba hepten bozulacak. Çünkü, araba ile beraber kocaman bir çukura girdim. Arabadan büyük çukurlar var, sanki sanayi bir gece önce meteor yağmuruna tutulmuş. Neyse daha fazla dolaşmadan, ilk gördüğüm dükkana girdim. Temiz bir yere benziyor, çalışanlar ise rivayetlerde ki kahramanlara hiç benzemiyor. Ben arabayı yanaştırırken, usta tekrar debriyaja basmamı söyledi. Benim debriyaja basmamla beraber, motordan gelen o korkunç ses bir an da kesildi. Camdan seslendim ustaya, neyi var bunun? Debriyaj rulmanı dağılmak üzere dedi. Eee ne olacak? Olacak bir şey yok, baskı balata tümden değişecek. O an, yıllardır duyduğum rivayetler kulağımda çınlamaya başladı,
''Anlamaz bunlar, atıyor kafadan, kesin parayı vurmak için yapıyor'' diye içten içe işkillendim, fakat yapacak bir şey yok, mecbur yaptıracağız. Tamam dedim değiştirelim. Çıraklardan biri arabayı dükkanda yanaştırmak için direksiyona geçti, yemin ediyorum üç metre gitmeden bir gürüldü çıktı, sanırısın araba patladı. Gürültünün ardından kaputtan dumanlar çıkmaya başladı, ben araba yanıyor zannettim. Ustaya, ne oldu buna, daha kıpırdamadı bile dedim. Rulman dağıldı dedi usta. Allah Allah, adam gayet kesin ve net konuşuyor. Rivayetlere göre böyle kesin konuşamaması gerekir, acaba bir yanlış anlaşılma mı var kent ile usta arasında diye düşündüm. Dur bakalım anlarız nasıl olsa diye geçirdim içimden. Yıllardır duyduğum ve inandığım söylentilerle bir anda çelişmeye başladım ve arabaya yapılan işlemleri baştan sona izledim. Kuşku duyulacak hiç bir şey görmedim. Ön yargılı olmamdan dolayı vicdanım biraz buruldu.
İşlemler devam ederken usta çay söyledi ve dükkanın önünde çay içmeye başladık. O sırada birkaç sevimli köpek dükkanın kapısına doğru geldi. Sevmek istedim ama el vurmak mümkün değil. Köpekleri bir görseniz, kirden, çamurdan gözleri bile gözükmüyor. Ustaya dedim,
''galiba köpekler burada ki dükkanlarda çırak olarak çalışıyor, sokak köpeği olsalar bukadar kirlenmezler''. Usta, onlar ''Sanayide Yaşayan Köpekler'' o yüzden bu kadar kirliler dedi. Hoppala daha neler duyacağız bu sanayi ile ilgili dedim. Nedir bu gizem yahu! Neler duydunuz? Neler duymadım ki...
Usta dükkanın kapısından bir iki adım yürüyerek caddeyi gösterdi, bakın buralar insan boyunda çukurlarla dolu. Evet gördüm, hatta gelirken birine düştüm arabayla dedim. İşte dedi, bu çukurlar yağmurlar yağdığında doluyor, Abartmıyorum içinde kayıkla rahatça gezebilirsiniz. Galiba yağmurlu havalarda sizlerde kayıkla geliyorsunuz dedim. Hayır dedi usta, tabiki kayıkla gelmiyoruz ama arabalarımızla da gelemiyoruz. Biz bile gelemediğimiz için kimse gelmiyor... Su ile dolduğu zaman derinliğini anlamak imkansız oluyor...
Buralar seçim malzemesidir, her gelen buralarda şovunu yapar gider. Şov zamanı, yani beş yılda bir tekrardan gelir. Bizler yollarımızın, gemi söküm yolu gibi bir sefer, tam ve düzgün bir şekilde onarılmasını istiyoruz. Kim yapacaksa, Büyükşehir Belediyesi veya Aliağa Belediyesi bir an önce yapsın. Aksi halde buralarda tüneller oluşacak, ve yağmurlar yağdığında venedik gibi sadece gondol ile gezinti yapılacak. Köpekelerin kiri de bundan kaynaklanıyor. Bizim üzerimize bakın hep çamur. Bu çamurlar bize arabalardan bulaşmıyor. Eğer yüzme biliyorsanız malzemeciye kadar gidip gelin sizde bu köpeklere dönersiniz bizim gibi. Yüzme bilmeyen çırağı işe alamıyoruz burada, ilk şart mutlaka yüzme bilecek...
Ustaya bir dokunan bin ah işitiyor. Arabanın işi bittiğinde sıra geldi son olarak ücret tarifesine, içimizden aynalı bir tarife ile karşılaşacağımızı umarken, birde baktık oldukça makul bir ücret istediler bizden. Son olarak bu söylentininde yalnızca çirkin bir dedikodu olduğunu anladık.
Sanayinin yollarına gelince, esnaf için yapmıyosunuz bari orda yaşayan köpekler için yapın. Yoksa bir daha oy istemek için sanayiye giremezsiniz benden söylemesi, sizi ısırırlar. Haa yok arkadaş! Benim ne işim olur, ben bir daha aday değilim, adaylar düşünsün derseniz ona eyvallah. Ama yine de bir düşünün SAYGILARIMLA

Not: Yazımın başın da, Güncel Meydan'da yazdığım makalenin linkini vereceğimi söylemiştim fakat site tadilatta olduğundan dolayı ulaşılamıyor. Bir-İki güne kadar sitenin tadilatı sona erecek yazılarımı oradan da takip edebilirsiniz. Birdahaki yazım ''Romantik Meclis Üyesi'' ile görüşmek üzere...

13 Aralık 2010 Pazartesi

LİDERLER NEDEN SUSAR



Grip muhalefeti dolayısı ile yazımı birkaç gün gecikmeli yayınlıyorum. Aslında iki gün önce yayınlamayı planlamıştım fakat söylediğim gibi, grip muhalefeti yaman çıktı. Yazımın geç yayınlanması iyi de oldu aslın da, çünkü: ''Kentimin Suskun Lideri'' başlıklı makalem iki gün daha yayında kalmış oldu. Makalemin iki gün daha yayın da kalması, fazladan iki gün daha etkisini sürdürmesini sağladı. Ayrıca, rakamla anlatmak gerekirse, bir önceki makalem, siz yenisini okuyana kadar (yani bu makaleyi) ikibin sefer tıklandı. Demek ki ne imiş, muhalefet aslında çok da kötü bir şey değilmiş. Grip hastalığı, şahsıma karşı sıkı bir muhalefet içinde olmasa idi, ben yeni makalemi (bu makaleyi) iki gün önce yayınlamış olacaktım. Bu da demek oluyor ki, bir önceki makalem rekor bir tıklanma sayısı görmemiş olacaktı. Yani, muhalefet iyidir sayın hocam yaz bi kenara!

Sayın hocam dedim de aklıma geldi, makalelerimin etkisi sokaklara taşmış durumda. Yazıyı okuyan herkes yolda çevirip bir şeyler anlatıyor. Tepkilerin çoğu olumlu yönde, hatta hepsi diyebilirim ama diyemiyeceğim. Çünkü: hepsi olumlu yönde dersem, sayın Uğur Eren hocama haksızlık etmiş olurum. ''Kentimin Suskun Lideri'' başlıklı yazımın yayınlandığı gün, Uğur hocam ile karşılaştık. Kendisi bana sitem etti. Yazımı anlayamadığından bahsetti. Şaşırdım! Kendisinin öğretmen olduğunu bilmesem ''Daha yazılanı anlayamıyor, nasıl başkan yardımcılığı yapıyor acaba'' diyeceğim. ''Yolda beni çeviren herkes, yani sade vatandaş anlıyor da, sayın hocam beni nasıl anlamıyor'' diye düşüneceğim. Bereket daha önceden tanışıyoruz da öğretmen olduğunu biliyorum. Aksi halde okuduğunu anlayamıyor diye düşünmekten kendimi alamazdım. Ayrıca şunu da belirtmek isterim, kurduğum bu blog sitesi, ''Muhalif''' bir site. Benim muhalefet anlayışım ise, seçilmişlerin seçilmişlere, ve seçmenin seçilmişlere karşı koyduğu/gösterdiği tepkidir. Yani benim muhalefet anlayışım, seçilmişlerin ve seçmenin, atanmışlara karşı gösteridiği tavır değildir. Bu sebeptendir ki, benim muhalefet anlayışım hocanın sokağından geçmez. Çünkü, kendisi seçilmiş değil, atanmıştır. Devlet memurudur. Birgün seçilme şansı yakalar ise menuniyetle ona karşı da tepkimizi veya övgümüzü göstermek isteriz. Bu sebepden kendisinin endişe edeceği bir durum yoktur...
                                                    ***
Gelelim liderlerin neden susutğuna. Liderlerin susması bir çok şeye bağlanabilir. Ben de yaptığım gözlemler neticesinde, bizim liderimizin neden sutuğunu sorguladım. Ortaya karışık bir durum çıktı. Aslın da ben bu konunun bir anket sorusu olabileceğini düşünüyorum. Hatta muhakkak olmalı, halka ''liderler neden susar'' diye sorulmalı. Buna en net cevabı, lideri başlarına çıkaran irade verebilir. Şimdi ben de bu köşeden kendimce liderin neden sustuğunu madde madde iredeleyeceğim.

 Liderler neden susar?

*Lider olduğunun farkında olmadığı için susar: Bir lider, lider olduğunun farkında değilse konuşmasına da gerek olmadığını düşünür ve konuşmaz susar...

*Liderliği inkar ettiği, halk adamı olduğu için susar: Bu biraz saçma olur sanırım. Eğer lider, lider değilde halk adamı olduğunu düşünüyor olsa zaten susmaz. Aksine halkı ile konuşur...

*Lider, konuşmasına fırsat verilmediği için susar: Bu da biraz liderliğin doğasına aykırı sanırım. Çünkü, lider konuşmasına fırsat vermeyenin (halk hariç) ipini çekmesi gerekir.

*Lider, yaşlı olduğu için susar: Yönetim şeklinin saltanat olduğunu anımsatıyor. Oysa ki demokrasi! Bu durum da lider yaşlı olması dolayısı ile susuyorsa yapacak pek bişey yoktur...

*Lider, adam sendeci olduğu için susar: Yani lider, amaan ben ne konuşacağım oğlum, kendiniz seçin kendiniz konuşun diye düşünürse susar. Zaten böylesi bir durumda herkes konuştuğu için, çok seslilikte liderin sesi duyulmaz...

*Lider, gerçek bir lider olmadığı anlaşılmasın diye susar: Lider konuşursa siyasetçi olmadığının anlaşılacağı, ipliğinin pazara serileceği düşüncesi ile sükünetini korur...

*Lider, halka küstüğü için susar: Lider, kendisine oy veren halk'a her hangi bir sebepten dolayı küsmesi ile susar. Demokrasiler de pek alışılmış bir durum değildir...

*Lider, gelecek kaygısı olmadığı için susar: Lider'in siyasi bir beklentisi yoksa, bir daha aday olmayı veya parti içinde yükselmeyi düşünmüyorsa susar...

*Lider, liderlik yetkilerini başkasına verdiği için susar: Lider, ben yoruldum artık başkası konuşsun düşüncesi ile yetkileri mikrofon sanarak başkasına vermesi susmasına neden olur. Yani susturulur...

Bir daha ki makalem, ''Sanayide yaşayan köpekler'' ile görüşmek üzere... SAĞLICAKLA KALIN

7 Aralık 2010 Salı

KENTİMİN SUSKUN LİDERİ!


Başlıgı yazdıktan sonra farkediyorum ki; başlık, gerçekten çok etkileyici. Keşke kentimin suskun lideri de bu başlık kadar etkileyici olabilseydi, ben de bu satırları yazmak zorunda kalmasaydım. Maalesef olamadı seçildi ve Allah tarafından susturuldu.
Böl, parçala ve seçil metodunu kullanarak 2009 yerel seçimlerini kazanan kent önderimiz, seçildikten sonra bir siyasetçiden beklenenin tam aksine içine kapandı ve sustu. Herkes dilinin tutuldugunu zannetti. Dilinin tutulmadığını ise, zaman zaman eline verilen mikrofonlar da ''Katıldığınız için teşekkür ederim, emeği geçen herkese teşekkür ederim'' gibi kısa cümleler kurduğunda anladık. Nasıl olur da bir siyasetçi eline geçirdiği mikrofunu kullanmaz? Diye hayretlere düştük. Hasta mı acaba? Diye endişelendik. Bize küstü mü acaba? Diye günlük tasalarımızı unuttuk. Çünkü; bir siyasetçinin en çok sevdiği oyuncaktır mikrofon, elinden aldığınız zaman dudağını büker, gözleri nemlenir, savunmasız kalır. Hal böyle olunca, yani lider susunca bir dedi kodu çıktı kentimde ''Kral dilsiz''.
Bu durum da, acilen bir şeyler yapılması gerektiğini düşünen ben, hemen saray'a müraacat ettim. Saray yetkilileri ile görüştüm ''lider neden sustu?'' diye sordum. Dedim ki, tez söyleyin bana liderimi kim susturdu, liderim neden sustu?
Saray yetkilileri metin olmamı telkin ettiler ve dediler ki; esas lider suskun lider değil, esas lider Eren liderdir. Hoppala dedim yetikililere, Eren lider de kim? Dedi ki onlar da, adı üstünde işte Eren lider, Allah tarafından atandı. Ben, Ermiş lider istemiyorum kardeşim diye çıkıştım sarayın en yetkililerine, ben seçilmiş lider istiyorum. Seçilmiş lider konuşamıyor dediler. Neden? Dedim. Çünkü; yaşlandı dediler. Ulan dedim, siz bu sarayda oyun mu oynatıyorsunuz, eskisi gençti gençliğine verdik, yenisi yaşlı yaşlılığına verdik. E yok mu bunun ortası. Yok dediler.
Sonra, dedim ki saray yetkililerine, bari atanmış Eren lider konuşabiliyor mu? Yani az da olsa ''Halkça'' biliyor mu? Çat pat biliyor, derdini anlatabilecek kadar dediler. İşte o zaman bu satırları yazmaya karar verdim.
Ey kentimin lider seçerleri; görün işte, gerçek Cumhuriyet Halkçı lider seçemezsen saraya, o da susar. Susmakla da kalmaz, Allah tarafından atanan Ermişlere bırakır sarayı. Sen de yanar durusun haline...
Unutmadan söyleyeyim, hiç faydası yok mudur ''suskun liderin'' bana? Olmaz olur mu. Dünyanın yuvarlak olduğunu liderimden öğrendim ben. Nasıl mı? Şöyle: 1989 yılın da CHP sıralarında oturduğunu iddaa eden liderim, sırası ile DYP, YTP (arada başka bir siyasi parti varmı bilmiyorum) ve ardından tekrar başladığı nokta olan CHP. Bu seyehatten anlıyorum ki, dünya yuvarlaktır. Sahilde durup ilerleyen geminin kaybolan bacasını takip etmek gibi bir şey, çıplak gözle liderimi takip etmek.
Ayrıca sabırı da liderimden öğrendim ben. Hiç bir siyasinin sıkılmayacağı açılış, panel, tiyatro gibi etkinlikler de, hem konuşmak istemeyen, hem de sonuna kadar orada oturmak sabrını gösteren liderim, bana da sabrı öğretti. Allah razı olsun...
Bir daha ki makalen ''Liderler neden susar'' ile görüşmek üzere

28 Kasım 2010 Pazar

TEK KİŞİLİK DEV MUHALEFET!

 
                                          TEK KİŞİLİK DEV MUHALEFET!

Nerden başlasam, nasıl başlasam bilimiyorum. Bir çoğunuzun sokakta elinde fotoğraf makinesi ile gördüğü bir muhabir, bir çogunuzun da yazdığı yazılardan tanıdığı Aliağa'nın yetiştirdiği genç bir bireyim. Yaklaşık dört ay önce çalıştığım gazeteden (herkesin bildiği malum gazete) ''yetersiz'' olmam bahanesi ile işten çıkarıldım. Gazetecilik ve yazarlık mesleğini ömrümün sonuna dek yapmayı planlamam/istemem dolayısı ile kendi fikirlerimi özgürce yazabileceğim bir gazete aramaya başladım. Bir süre Aliağamızın yerel gazetelerinden olan ''yenivizyon'' gazetesinde, fikirlerimi bana verilen köşeden yayınlamaya başladım. Yaklaşık 2 ay süren bu serüvende de gördüm ki, nerde fikirlerini paylaşmak istersen önce paylaştığın yer ve çalıştığın kişiler ile yargılanıyorsun, yani senden bahsederlerken, yerelde öne çıkan isimlerin sonuna misal: Ahmet(çi), Mehmet(çi) ekleri alıyorsun. Bu ahlaksız durumun lekelerinden arınmak için bir süre hiçbir şey yapmadan hareketsiz bekleme kararı aldım. Tabii hiçbir şey yapmadan beklerken uzun uğraşlar neticesinde kendime mail listesi oluşturup bir blog açmayı ihmal etmedim. Artık köşe yazılarımı, sadece şahsımın sorumlu olduğu bu blogtan sizlerle paylaşacağım. İlk olarak kovulduğum yerel gazetede, işten çıkarıldığım gün yazdığım ve yayınlama imkanı bulamadığım ''HAYIR'' isimli makalemi paylaşıyorum. Ardından ise herzaman aldığım ''neden yerel ile ilgili birşeyler yazmıyorsun?'' eleştirisini değerlendirerek bu konuda ki fikirlerimi kaleme alacağım. Yazacaklarım hakkında okuyucularımın bir ön fikire sahip olmaları için, kaleme aldığım bazı makalelerimin başlıkları ise şöyle: ''Kentimin suskun lideri, liderler neden susar, sanayide yaşayan köpekler, romantik meclis üyesi,'' bunlardan bazıları. Görüş ve eleştirileriniz benim için büyük önem taşımakta bunları benimle paylaşırsanız mutlu olurum. Yayınlayamadığım makalem okuyunca zaten kim olduğunu tanıyacaksınız...
                                                   HAYIR!
Başlık nasıl? Etkileyici değil mi? Bence de çok etkileyici. Başlık yazının tamamıdır aslında. Şöyle bir köşe yazarı düşünün sadece başlık yazıyor ve içeriği okura bırakıyor. Okur başlıktan yola çıkarak, okuduğu başlığı kendi değerleri, inançları ve dünya görüşü ile yorumlayıp beyninde bir makale oluşturuyor. Denemek lazım ama önce bu köşe yazarının kendisine bir gazete bulması gerek.


Memleket 12 Eylül’de yapılacak olan referandum da sivil Anayasaya ‘’ EVET ‘’mi desek yoksa sivil Anayasaya ‘’ HAYIR ‘’ mı desek, seçim kampanyaları, televizyonlarda yıllarca bu konuda dirsek çürütmüş farklı görüşlerdeki hukuk adamları, gazeteciler, gazeteler, memleketin siyaset borsası kahvehaneler her yerde bu konuyu konuşmak, duymak mümkün. Ama benim meselem bu değil yani şu an bu değil.
Birazdan başlığı neden ‘’HAYIR’’ olarak belirlediğime geleceğim. Öncelikle elimde tuttuğum silahın emniyetini indireyim. Elimdeki silah ne mi? Tabi ki de kalem…
Kalem, bildiğim tanıdığım en etkili silahlardan biridir. Sadece yok etmek için kullanılmaz tabii. Bazen sosyal hayatı düzenlemek için, bazen bir sevgiliye aşk’ı haykırmak için, bazen gurbetteki bir dost’a merhaba demek için kullanılır. Tanrı bile yazmıştır, yazdırmıştır. Kalem yoluyla ulaşmıştır kullarına. Yani gücü icat edildikten bu yana hiç eksilmemiş aksine artmıştır…


Şimdi gelelim benim başlığa, yani ‘’HAYIR’’a aslında şöyle klasik bir giriş yapsaydım daha mı anlaşılır olurdu? ‘’ Siz bu satırları okurken ben çok uzaklarda olacağım’’ gibi, tabi ki ‘’HAYIR’’ çünkü: bu intihar habercisi gibi olur diye düşündüm, o yüzden yazıyı sonuna kadar okumadan doğruca karakola gidersiniz ‘’koşun bu adam intihar ediyor’’ gibi ihbarda bulunursunuz diye yazmadım böyle bir şey. Çünkü: intihar falan etmiyorum. Sadece bu gün bu gazeteden son buluşmamız. Sevgili patronum benim yetersiz olduğumu, yerel haber yapamadığımı, çok rahat bir adam olduğumu yani kısacası benden bir (p)ok olmayacağını ifade ettiler. Ayrıca burada sadece babam ile arkadaş olduğu için çalıştığımı ve bana bu yüzden çık diyemediğini de ima ettiler. Yani yine kısaca, bana boşu boşuna para ödendiğini anladım.
Yerel haber yapamama konusuna gelince yereldeki büyük bir skandalı haber yapamadıktan sonra takla atan kedileri mi haber yapacağım. Ben esnaflık değil gazetecilik yapmak istiyorum. Esnaf olmak isteseydim kasap olurdum.


Şimdi ‘’ HAYIR’’a başlayalım
Konuştuğu zaman Sosyal Demokratlıkta kül bırakmayan korsanlara ‘’ HAYIR ‘’
Korkak gazeteciliğe ve gazetecilere ‘’ HAYIR ‘’

Ben görmeyeyim başkası görsün, onun başı belaya girsin diyen zihniyete ‘’ HAYIR ‘’
Asgari ücretin altında çalıştırılmaya ‘’ HAYIR ‘’
Madem ‘’ HAYIR ‘’ diyoruz. Yeri gelmişken bir ‘’ HAYIR ‘’ da 12 Eylül’e
Yetersiz gazeteciden şimdilik bu kadar yeter.


Şimdi ‘’ Böyle bir şeye ne gerek var, sessizce gitseydin ‘’ diyecek olanlar sözüm size; sizin başınıza geldiğinde siz sessizce gidersiniz, susarsınız, kabullenirsiniz. Ama bir gün başınıza gelir ve o zaman susmadığınızı görürsem, herhangi bir haksızlık karşısında demokratik hakkınızı kullanmak için meydanlara çıktığınızı görürüsem bozuşuruz baştan söyleyeyim...