31 Ocak 2011 Pazartesi

                             ''SELO''

Benim en sevdiğim sabah programı ve televizyon dizisi meclis gup toplantılarıdır. Her salı iple çekerim, acaba bu bölümde neler olacak diye meraklanırım. İçlerinden tercih yapmam gerekirse en çok BDP'yi izlemeyi severim. BDP grup toplantısı başladığında, kimse televizyonun önünden geçmeye cesaret edemez bizim evde, reklamlar başladığında ekrana yapışan çocklar gibi pür dikkat izlerim eş başkanın konuşmasını (eşbaşkan olayınıda çözemedim ama neyse... onlar öyle demeyi seviyor)
Reklamlar başlayınca ekrana yapışan çocuklar dedimde aklıma geldi; eskiden turkcell reklamlarını ne çok severdim.
Özgür kızı, Cellocanları, Havuç'u... Hele birde Raga Oktay ve Kadir Çöpdemir'in oynadığı seri vardi ki; izlemeye doyamazdım.
Kadir Çöpdemir, sarı t-shirt kocaman göbeği ve kendisi gibi tembel iki arkadaşı ile turkcell'in arı gibi çalışan elemanı ''selo'' ile yaptıkları mavra unutulcak türden değil...
Geçtiğimiz günlerde, eski reklamlardan çeşitli kareleri, yeni reklam filminde buluşturan turkcell adeta hafızamı tazeledi...
Kadir Çöpdemir, Raga Oktay'a ''memleketi sen mi kurtaracan be selo'' dediği sahne dönmeye başladığında, BDP grup toplantısıda başlamıştı bir diğer televizyon kanalında.
Demirtaş; özerklikten, bölge meclislerinden, çift dilli yaşamdan, iki bayraktan söz ettikçe bende televizyonun karşısında; ''memleketi senmi bölecen be selo'' diye mırıldanıyordum....

                                           ''EN ÖĞRETİCİ FİLM''

Bir arkadaşım ile vizyona giren filmler üzerine konuşurken, arkadaşım durup dururken; ''biliyormusun benim için şu an'a kadar en öğretici film Dondurmam Gaymak olmuştur.'' dedi. Nedenini sorduğumda ise yanıtı; ''Gusül abdesti almayı o filmden öğrendim.'' oldu.
Anladım ki, arkadaşım filmde cami hocasının talebelerine gusül abdesti almayı öğrettiği sahneden bahsediyor. Eh ne diyelim Dondurmam Gaymak gerçekten büyük bir derde deva olmuş, bu güne kadar gusül abdesti almayı bilmeyen arkadaşımızda varmış demek... Bende diyorum bizim işler neden bu kadar ters gidiyor. Filmin ikinci öğretiside bu oldu; işlerin neden ters gittiğini öğrendik...

''W ve Q İLE ÇEKİLEN MESAJA ve MAİLE CEVAP VERİLMEZ''

Latin harflerine geçtiğimiz 1 Kasım 1928 tarihinden bu yana kadar alfabemiz 29 harfliydi, ancak alfabemizde olmayan ve haricen eklenen ''W ve Q'' harfleri ile artık alfabemiz 31 harften oluşmakta. İntenetten ve telefonlardan yapılan yazışmalarda ''V'' yerine ''W'', ''K'' yerine ''Q'' kulanılıyor. Ne amaçla yapıldığını bilmemekle beraber bu tür yazışmalardan nefret ettiğimi söylemeliyim. Bu güne kadar tanımlanamayan harf diyeni duymadığım için şimdi ben diyorum ''W ve Q'' alfamizde yoktur. Tanımlanamayan bu harflerle yapılan Hiçbir yazışmaya cevap atılmayacaktır...

23 Ocak 2011 Pazar

MİLLETVEKİLLİĞİNE ÖZLEM

                                     ''MİLLETVEKİLLİĞİNE ÖZLEM''
Bu sabah, ömründe ilk kez alarm çalmadan uyandı. Aslında sevinçten uyuyamamıştı bütün gece. Gözünü açar açamaz hemen pencereye koştu ve beyaz güvercinine baktı doya doya. Çocukça bir sevinç kapladı içini, artık sabahları güneş bile doğmasa olurdu onun için. Çünkü, bundan sonra her sabah güneşi selamlamak için değil, yeni satın aldığı ''Anadol'' marka otomobiline günaydın demek için koşacaktı pencereye.
Uzun uzun seyretti, o'nu Ankaraya taşıyacak olan aracı. Aslında çok eski bir arabaydı, yıpranmıştı, hakkında bir sürü dedikodu vardı ''Anadol'u sokakta bırakmaya gelmez, Maazallah eşekler yer'' diye, fakat bir o kadar da vefalıydı. Bir Milletvekili adayını Ankara'ya ancak ''Anadol'' taşıyabilirdi.
Saatine baktı biraz daha oyalanırsa işe geç kalacağını fark etti. Kahvaltı hazırlamak için harekete geçti, o an kocasının daha uyuduğunu gördü ve saygı dolu gözlerle bir süre de o'nu izledi. Eşinin de emekliliği hak ettiğini düşündü, Ankara'ya gitmek o'nun için de iyi olacak diye geçirdi içinden. Yanagına küçük bir buse kondurarak çıktı yatak odasından.
Bu sabah çok güzel bir kahvaltı hazırlamalıydı, apartman görevlisinin kapıya bıraktığı gazeteleri ve ekmeği aldı, hızla ve özenle sofrayı hazırlamaya başladı.

O sırada kocası uyanmış, telaş ve heyecanla birşeyler hazırlayan karısını izliyordu. Evlendiklerinden beri onun hiç bu kadar heyecanla kahvaltı hazırladığını görmemişti. Yüzünü yıkarken eşinin sesini duydu ''Kahvaltı hazıııırrrr''. Eşinin neşeli sesine doğru yöneldi ve aynı anda sofraya oturdular.

Kahvaltısı bitene kadar eşini pür dikkat izledi adam. Kadın ise, kahvaltı yaparken bir yandan da günün gazetelerine göz gezdiriyordu, sanki gazete sayfaları arasında bir şeyler arar gibi hızla bakıyordu sayfalara. Sonunda aradığını bulmanın verdiği heyecanla gülümsedi ve eşine dönerek; ''Bak işte burada.'' Adaylığını açıklayan, Milletvekili aday adaylarının resmini göstererek müjdeledi eşine; ''Üç gün sonraki gazeteler benden de bahsedecek.'' Adam düşünceli gözlerle, kendisine bakmadan konuşan eşine; '' Emin misin?'' diye sordu. Kadın ise kendinden gayet emin bir eda ile; '' Elbette eminim, üç gün sonra gazeteleri okursun.''
Adam yanlış anlaşıldığını farkederek '' Üç gün sonraki gazetelerden bahsetmiyorum ...''
-Peki neyden bahsediyorsun?
-Anadol'dan bahsediyorum
-Nesi varmış Anadol'un?
-Biliyorum o aracın uğuruna inanıyorsun ama bu bir saçmalık. Çünkü; o çok eski
-Bunu defalarca tartıştık, artık bu konuda tekrar tekrar konuşmak istemiyorum. Kendini buna alıştırsan iyi edersin.
Karısını ikna edemiyeceğini fark eden adam, bu konuyu hiçbir zaman açmamak üzere sustu. Kadın ise tek bir söz bile etmeden kalktı sofradan, gerildiğinin farkındaydı, fakat son zamanlarda ki neşesi daha fazla gergin kalmasına izin vermedi. Hızlı adımlarla hareket ederek makyajını yapmak üzere banyoya yöneldi. Aynada gururlu yüzü ile karşılaşınca keyfi bir kat daha arttı, herşey yolundaydı. Çok fazla makyaj yapmamaya karar verdi, bir tek ruj yeterliydi. Yüzünde oluşan lekelere bile aldırmıyordu artık, kapatmak için hiç uğraşmadı. Kendide bulduğu bu özgüveni sevmişti.
Hızla üzerini değiştirdi, çantasını ve dün geceden hazırladığı dosyaları aldı, eşine ''Hoşcakal'' diyerek çıktı evden.
Merdivenlerden inerken büyük bir heyecan dalgasıda ona çarparak yukarıya doğru çıkıyordu sanki.
Sabırsızca çıktı apartmandan, koşar adım yaklaştı ''Anadol'a'', eve çıkarma imkanı olsa bir dakika bile düşünmez, evin bir odasını ayırırdı ona.
Çantasından anahtarları çıkardı ve usulca yerleştirdi kapının kilidine. Koltuğa oturdu, çantasını ve dosyasını özenle yan koltuğa koydu, artık marşa basabilir, Anadol'un sesini duyabilirdi.
Anahtarı kontağa yerleştirdi ve marşa bastı, ilk seferde marşı aldı araba. Bir süre sesini dinledikten sonra artık yol alma vakti gelmişti, vitese takarak ilerlemeye başladı. Öyle bir kurulmuştu ki arabanın direksiyonuna, adeta resmi geçitte halkını selamlıyan bir lider gibi...
Şehir küçük ve mesafe kısaydı, birkaç dakika içinde gelmişti bile ofisinin önüne, park edecek güzel bir yer aradı ama bulamadı. Beyaz güvercini saklayacak küçük bir delik bile yoktu koskoca caddede. Bir tur daha attı ama yok, bir tane bile park yeri yok. Yolun ortasına da park edecek hali olmadığına göre bir kaç sokak ileri götürecekti mecburen. Sonunda iki sokak ileride bir yer bulmuştu. Fakat hiç içine sinmemişti bu park yeri, arabanın arkası sanki biraz dışarıda kalmıştı, ama yapacakta bir şey yoktu. Ofisin bulunduğu cadede nasılsa bir yer boşalırdı.

Ofisinden içeri girdi tüm çalışanlarına günaydın diyerek hatırlarını sordu, biraz sohbet ettikten sonra odasına doğru yöneldi. Çantasını ve dosyaları masasının üzerine koydu ve bilgisayarın düğmesine bastı. Bilgisayarın açılmasını beklerken bol şekerli bir Türk kahvesi söyledi kendisine, hiç çalışası yoktu. Bu gün bütün işleri yanında çalışanlara devredecek kendisi sadece oturacak ve hayaller kuracaktı.

Yanından çalışanlardan birini çağırarak bu gün yapılacak ve takip edilecek bütün işleri ayrıntıları ile anlattı. İşlerin tamamı dışardaydı ve öğlene kadar ancak bitecek işlerdi. Gönül rahatlığı ile en çok güvendiği elemanına işleri devretti, bu gün ofisten çıkmaya gerek yoktu.

Kahvaltıda eşinin can sıkıcı sohbetinden dolayı okuyamadığı gazeteleri tekrar eline aldı ve kimlerin adaylıklarını açıkladığını ayrıntıları ile okudu. Bu dönem ne kadar da çok aday varmış diye söylendi, ve söylenirken endişeye düştü. Aklına hemen genel merkezdeki dostlarını aramak geldi. Çantasından telefonunu buldu ve aklında sıraya koyduğu kişileri teker teker aramaya karar verdi. İlk aradığı dostu telefonu açmadı, meşgul olduğunu düşünerek diğer dostlarını aramaya koyuldu. Ancak kimi aradıysa ya telefonu açmadı ya da ''şu an hiç müsait değilim'' bahanesi ile telefonu kapattı. Neler olduğunu anlayamayan kadın düşünmeye başladı sorun neydi acaba? Aklına İl'de ki dostlarını aramak gelince hic vakit kaybetmedi, onlar mutlaka biliyorlardır bu meseleyi. Ancak sonuç yine değişmedi, kimi arasa sonuç aynı ''şu an müsait değilim.''
Bu kadar çabuk içini karartmaması gerektiğini düşündü hemen, çünkü, adaylığı konusunda söz verenler sıradan insanlar değillerdi. Söz verdilerse mutlaka yaparlardı. Neşesi tekrar yerine gelmişti, koltuğuna yaslanıp hayallerine kaldığı yerden devam etti.

Daha çok adaylığının açıklandığı günü değil de, seçildiği günü hayal diyordu. Anadol ile Ankara'ya gitmek üzere yola çıktığını ve mecliste yemin ederken ekran başında kaç kişinin gıpta ile izleyeceğini.
Meclis lojmanlarında oturmayı asla istemiyordu. Her zaman söylerdi ''lojmanda oturma heveslisi olsam Milletvekili değil, üçüncü sınıf memur olurum.''
Meclise uzak bir yerde oturmalıydı ki, Anadolun direksiyonuna oturduğuna değsin. Salına salına dolaşmak istiyordu Ankaranın caddelerinde. Memleket için düşündüğü hiç bir şey yoktu bu arada...

Hayaller dünyasında seyahat ederken odasının kapısı çaldı. Birden kendine gelen kadın, kapıya doğru seslendi ''giirr''. Gelen, sabah işleri devrettiği elemanıydı. Kadın elemanı buyur etti ve karşısındaki koltuğa oturmasını söyledi.
Yüzünden bir sıkıntısı olduğunu zannettiği elemanına sordu, ''bir sorun yok değilmi?'' Söze nereden başlayacağını bilemeyen eleman, sessiz kalmayı tercih etti. İyice endişelenen kadın sorusunu yineledi ''bir sorun mu var?'' Bu sefer konuşmaya karar veren eleman;
-Şey... efendim size söylemem gereken bir şey var
-Söyle kötü bir şeymi
-Evet. Yani o kadar da kötü değil fakat sizi biraz üzecek bir sıkıntı
-Çatlatmasana insanı, neymiş o beni üzecek sıkıntı?
-Efendim, Anadol'a park halindeyken arkadan bir bey çarpmış
-Olamaz
Neyapacağını şaşırmıştı kadın. Açılmayan telefonlardan belliydi aslında bir felaketin olacağı. Eğer bu doruysa vekillik hayalleri suya düşerdi.
Çantasını kaptığı gibi koşarak çıktı ofisinden. Hızla ilerledi cadde de ve yaklaşınca kalabalığı gördü. Herkes Anadol'un başına toplanmıştı, kalabalığı yararak ilerledi ve gördü o kahreden görüntüyü, Anadol arkadan büyük bir darbe almıştı. Kahretsin. Hemen polislere sordu ne olmuş, kim çarpmış arabama. Görevli polisler kadını yatıştırmaya çalıştılar, ama fayda etmedi. Bütün dünyası yıkılmıştı kadının. Sakinleşmeye başlayınca sordu polislere;
-Nasıl olmuş?
-Caddeye hızla dönen bir araç kontrolünü kaybederek sizin arabanıza çarpmış.
Kadın çevrede başka hasarlı araç göremeyince hayretle sordu;
-Peki nerde o araba.
-İşte şurada.
Polislerin gösterdiği yere doğru dönen kadın, Anadol'una çarpan aracı görünce hayretler içinde kaldı, ''ama bu arabada hiç bir şey yok.'' Kendi arabasını kullanılmaz hale getiren araç neredeyse sapasağlam olduğu yerde duruyor. Sahibi kim bu arabanın diye sordu kadın polislere. Polisler karşı kaldırımda oturan adımı göstererek, arabanıza çarpan kişi o dediler. Kadın kaldırımda oturan adamı süzdü, hor gördüğü memur tipli bir adamdı hayallerini elinden alan. Adı neymiş bu adamın diye sordu kadın, polisler Kemal diye yanıtladı.
Bin bir güzel hayali taşıyan Anadol'unu ve hayallerini orda bırakarak hızla uzaklaştı. Eşi, sabah anlatmaya çalışmıştı Anadol'un eski olduğunu ve en ufak bir darbede haşata döneceğini. Kadın şimdi çok daha iyi anladı eşinin bu güne kadar söylemek istediklerini, ''Anadol''a güvenmek saçmalıktı.'' Tam eşini aramak için telefonu eline almıştı ki çalmaya başladı, arayan genel merkezdi. Efendim, dedi ağlamaklı sesini düzelterek, sizi dinliyorum. Genel merkezden arayan görevli listeye alınmasının çok zor bir ihtimal olacağını söylüyordu, hiç şansı kalmamıştı. Telefonu kapattı ve tekrar ağlamaya başladı. Yine eşini aramaya karar verdi. Eşi telefonu açtı ve açar açmaz kötü bir şey olduğunu anladı. Çünkü, karısı ağlıyordu telefonun öteki ucunda...
-Alo, neyin var? Kötü bir şey mi oldu?
-Evet. Çok kötü bir şey oldu. Sen haklıydın, özür dilerim...
-Ne oldu? Neden özür diliyosun? Düzgünce anlatır mısın? Söylediklerinden hiç bir şey anlamıyorum...
-Anadol, Anadol kaza geçirdi ve artık kulanılamaz halde, park halindeyken biri gelip çarpmış...
-Sana söylemiştim, böyle olacağını biliyordum. Anadol'a güvenmek saçmalıktı...
-Evet sen haklıydın...
-Kim çarpmış? Nasıl çarpmış? Gören, bilen var mı?
-Evet var. Memur kılıklı bir adam Anadol'u haşat eden. Adı da Kemalmiş..!

13 Ocak 2011 Perşembe

NERELERE KAYBOLDUM


Bir çogunuz sordu bu soruyu karşılaştığımız yerlerde. Ben de sordum kendi kendime. Nereye kayboldum? Cevap vereyim hemen, aslında bir yere kaybolmadım sadece yazmaya vaktim olmadı. Oldukça önemli çalışmalarım ve görüşmelerim oldu bu yok olma sürecimde. Pek yakında ulusal bir süprizle gazete sayfalarına geri döneceğimi müjdelemek isterim.
Beni hasretle bekleyen dostlarıma, okurlarıma teşekkürü borç bilirim.
Birden ortalardan kaybolmak çok tehlikeliymiş bunu bir sefer daha tecrübe ettim. Aniden kaybolunca dedikodu kazanı aynı hızla kaynamaya başlıyor ve altını kısmakta biraz geç kalırsan ortalığı berbat edebiliyor. Neyse ki çabuk yetiştim.
Banu Avar'ı dinlemek için Halk Eğitim Merkezine gittiğimde bir çok Aliağalıyı ve protokol mensubunu yakından görme ve izleme fırsatı buldum. İtiraf etmeliyim ki, hepsini ülke meselelerine ilgili gördüm. Gördüğüm herkes ile kısa kısa sohbet etme fırsatı yakaladım.
Ortalardan kaybolmamla ilgili duyduklarım ise beni güldürdü.
Meğer ben son yazımı yazdıktan sonra kaçmışım Aliağa'dan, korkmuşum ve başıma iş almamak için bir süre ara vermişim...
Sadece bunula kalsa iyi, son yazdığım yazıda kişilerin özel hayatlarına tecavüz etmişim, sağda solda onları dikizleyip nerelerde içki içtiklerini, nerelerde ne halt ettiklerini takip eder olmuşum. Meğer ben magazin forever olmuşum haber veren yok...
İşte bunları duyar duymaz acilen bir yazı kaleme almam gerekiyor dedim ve seminerin ardından başladım bu satırları yazmaya.
Esasında ne zordur bir yazarın, yazılarını anlamayanlar da anlasınlar diye tekrar yazması. Yapacak bir şey yok başa geldi artık, anlatacağız okuduğunu anlamayanlara.
Hakkımda söylenenlerin hiç birisi aslında kulağa asılacak şeyler değil. Yok korkmuşum, vay efendim başıma bir iş gelmesin diye kaçmışım, magazin yazarı olmuşum gibi birtakım hayal ürünü deli saçması sözler cevaba tenezzül edilecek sözler değil. Ancak söylentilerin içinde öyle bir söz var ki, ''Kişilerin özel hayatına tecavüz'' işte ben bunu hakaret sayarım.
Ben yazımı yazdıktan sonra bir hanımefendi yazının kendisini hedef aldığını düşünerek ortalığı velveleye vermiş, ağlamış, sızlamış hırsını alamamış birde böylesi bir hakaret icat etmiş.
Şimdi bir önceki yazımı, yani bu yazının altındaki ''ROMANTİK SEÇİLMİŞ'' başlıklı yazımı tekrar okumanızı rica ediyorum. Benim o yazım da anlatmak istediğim sofra adabına ve içki kültürüne nail olmuş bir siyasinin özlemidir. Hanımefendi bu yersiz serzenişi ile bu kültüre nail olamadığını ispat ettiği gibi, bir de okuduğunuda anlayamadığını göstermiştir. Benim niyetim kimseni özel hayatına burnumu sokmak değildir. Kimsenin nerde ne içtiği beni asla ilgilendirmemiştir ve bundan sonrada asla ilgilendirmeyecektir. Bana o yazıyı yazdıran olay, yani bira içme hadisesi sadece yazının çıkış noktasıdır.
Ayrıca o hanımefendi her kim ise, onu kızdıran olay özel hayatına tecavüz düşüncesi değildir. Onu esas endişelndiren ve kızdıran gazetecilere sır verdiğinin ortaya çıkmasıdır. SAYGILARIMLA